Zaman akıp gidiyordu. Ne zamana dur diyebiliyor ne de ruhuma çöken bu karanlığın içinden çıkabiliyordum. Kimseye demesem bile kendi içimde sonsuz bir mücadele içindeydim. Evladımı kaybetmiştim. Ciğerimin üzerine damla damla asit düştüğünü ve yaktığı her yerden çıkan dumanı sanki içime çekiyordum. Hayatta herkesin başına gelir zırvalıkları ise içimi dolduruyordu. Evet herkesin evladı ölür. Ama bu teselliyi veren kişi, senin evladın ölmedi ve ben sana inanmıyorum. Bilmediğin kör kuyuları biliyorum. Girip de yüzmesini bilmediğin o nehirler gibi… 6 yaşında yavrumu sarılı beyaz kefeni ile toprağa verdim. Bedenim yaşamıyordu artık. Onunla birlikte ruhumu da toprağa vermiştim. Artık benim için hayatta yaşamak nefes almak işkenceye dönüşmüştü. Aldığım her nefes soluk borumdan inerken yol boyu geçtiği her noktayı acı ile kıvrandırıyordu. Battaniyenin altına girip hiç çıkmak istemiyordum. Evladımın olmadığı dünyada nefes almak ona ihanet gibi geliyordu.
***
Üzüldüğünü biliyordu, kahrolduğunu da… O da üzülüyordu. Onun da biricik evladı toprağa girmişti. Onu aylarca karnında taşıyan annesiydi. Ama bu da babasıydı. Yavrusunu beyaz gelinlikle hayal ederken toprağa kefeniyle elleriyle bırakmıştı. Bir müddet erkekler ağlamaz diye söylenen sözlerin etkisiyle pek belli etmemiş gizliden ağlamıştı. Yastığa başını her koyduğunda yatağında uyuyor mu diye onu kontrol etmeden duramamıştı. Yatağında değildi artık o… Bundan sonra pembe çiçekli nevresimin altında uyumayacaktı. O soğuk, hissiz toprağın altında olacaktı. Havalar da soğumaya başlamıştı. Üşümez miydi? Yalnız olduğu için korkmaz mıydı? Geceleri karısına doktorun verdiği uyku ilaçlarını veriyor. Onun uyumasını beklerken o bu düşüncelerle mücadele ediyordu.
***
Kocam da üzülüyordu biliyorum. Gün içinde bir de beni sürekli kontrol ediyor, nasılım diye yokluyordu. Uykusuzluktan gözlerinin feri gitmişti. Bana söylemiyordu. Ama rüyalarında o da benim gibi evladımızı görüyordu. Arada Selen diye sayıklamasından anlıyordum bunu. Aylar geçmiş ve ben biraz toparlanmak biraz da borçlarımızı ödemek için çalışmaya başlamıştım. Yaşamaya devam etmekten başka elimden ne gelebilirdi ki… Hem iş arkadaşlarım da bana iyi davranıyorlardı. Biraz olsun içimde yanan evlat ateşi diniyordu. İş çıkışı kızımla gittiğimiz parka gidiyor, etrafta koşan çocukları izliyordum. Alışmaya başlamıştım. Evladımın gidişine hayatımda bıraktığı korkunç kara delik gibi olan boşluğa alışmaya başlamıştım. Bu arada kayınvalidem bir çocuk yapmamız için bize baskı yapıyordu. Yeniden çocuk yapmak mı? Ölsün diye mi? Onu da ellerimle gömeyim diye mi? Bir anne olarak ne hissettiğimi anlamaması beni çoğu zaman deli ediyordu. Arada bize geliyor, oğluna sarılıp ağlıyor “ölenle ölünmez“ diyor. Ölenle ölünmüyor bunu biz de biliyoruz. Ölmek için denemediğim yöntem kalmadı ama ölünmüyor, yaşıyorsun. Allah kahretsin ki yaşıyorsun. Bu gökyüzü tepende durmaya her gün güneş doğmaya devam ediyor. Kocamla kavga edip yeni çocuk düşüncesi için kanımın son damlasına kadar mücadele etmek istiyordum. Fakat gözlerinin mavi derinliğinde kayboluyordum. Kurumuş dudakları, beline taktığı kemerine açtığı yeni delik içimi acıtıyordu. Sadece ona sarılmak ve uyumak istiyordum. Benim de hâlim ondan farksızdı. Elbiseler başkasına ait gibi olmuştu. Ama yine de eşimin hâli içler acısıydı. Nedense bir gün eşimin bu çocuk düşüncesine evet demek istedim. O gece rüyamda bir kuş gelip camımıza konmuştu. Bu anlam veremediğim bir huzur vermişti.
***
Günler hızla geçiyordu karısının daha iyiye gittiğini görüyordu. Evlat acısı geçecek bir acı değildi. Ama insan da sonsuza dek acıyı aynı tazeliği ile yaşamıyordu. Allah’ın kullarına karşı verdiği bir teselliydi belki de bu… Annesinin yeni çocuk baskıları karısını delirtiyordu. Ama o da annesine karşı çok sert olmak istemiyordu. Zamanı gelince olur anne diyerek onu geçiştiriyordu.
***
Uzanıp yatağın başındaki komodinden bir çift sarı patik çıkardı. Bunları geçen gün işten dönerken yeni açılan köşedeki çocuk mağazasından aldım dedi. Karısı bir sabah ona sarılıp deneyelim dedi. Karısının karşısında gözünden ilk defa bir damla yaş düştü.
- Züleyha Yılmaz