Köse hemen fırladı. Sare dışarı çıkmadı içerde bekliyordu. Yürüyüş yolunu ürkek adımlarla geçtiler. Geçen bu sürede Köse, on yıl yaşlanmış gibi hissetti. Ayaküstü selamlaştıktan sonra içeri geçtiler. Sare, Elif ile sarıldı. Yüzlerini bir sağ yanağa, bir sol yanağa dokunduruyorlardı. Dört kez yaptılar bunu, en sonunda sarılıp bütün halinde sağa sola sallanmaya başladılar. Bir süre böyle devam etti, Ali ile Köse divana çoktan oturmuşlar onları izliyorlardı. Sallanmaya devam ederlerken Elif dayanamadı, sesinden ağladığı belli oluyordu:
“Aahh, aaaah! Yufka yürekli bacım benim. Senden Allah razı olsun, Allah ne muradın varsa versin. Bugünkü günde bize ne büyük iyilik ettin. Allah birini bin etsin. Aaahh, aaahh yufka yürekli bacım benim! Gönlü süngerden yumuşak bacım benim!” dedi.
“Allah’ıma hamd olsun, yüzümüzü ak eylesin. Senin de ne muradın varsa versin. Yüreğim yanar amma severim seni. Analık böyle işte gardaşçağızım o yanmasın diye sen yanarsın. Aahh gardaşçağızım! O iyi olsun diye sen kötülüğü göğüslersin. O gülsün diye sen ağlarsın. Aahh gardaşçağızım, aahh bacım aahh!”
Sarsılarak ağlıyorlar, konuşuyorlar. Bir daha sarsılıyorlar. Birbirlerine içlerini ağıt yakar gibi döküyorlardı. Neden sonra yavaş yavaş çözüldüler birbirlerinden. İkisi de divana beylerinin yanına sıkıştı. Kafalar önde, yüzlerinde büyük bir mahcubiyet vardı; birbirine bakmaya çekiniyor gibiydiler. Bu havayı dağıtmak isteyen Köse, Ali’yi elinden tutup sofraya indirdi. Elif’e de kafasını çevirmeden “Hadi bacım gel hele!” dedi, sofraya buyur etti. Beş dakika sonra yüzlerine hafif bir tebessüm yayılmaya başladı. Biraz önceki o can sıkıcı hava dağılmak üzereydi. Sofraya oturduktan sonra Ali:
“Ne gerek vardı yenge bu saatte o kadar uğraşmışsın.” dedi.
Köse, Sare’ye fırsat vermedi:
“Olur mu gardaşım ne uğraşı. Evde ne varsa koyuverdik, artık uzunca bir süre beraberiz. Misafir sayılmazsınız. Çekinme falan istemem ona göre. Kendi eviniz gibi davranın. Hadi buyurun afiyet olsun. Bak bak Ali şu baldan ye, daha yeni aldım bizim Parmaksız Dursun’dan. Kovandan çıkardı taze taze de öyle aldım. Hadi ha hadi. Bacım sen de buyur.”
Herkes biraz çekinerek biraz da açlığın verdiği iştahla yemeğini yemeye çalışıyordu. Köse’nin konuşmasından sonra yemek bitene kadar uzun bir sessizlik oldu. Sofradan ilk kalkan Ali ile eşi oldu. Daha sonra Köse de kalkıp sedire oturdu. Sare, sofrayı kaldırmak için davrandı ki Elif fırsat vermedi. İkisi birlikte sofrayı kaldırmaya başladılar. Sare, o kadar söylendi, bir sürü laf dedi ama Elif hiç dinlemedi. “Misafir değiliz ya.” diye diye birlikte gidip geldiler. Sofrayı kaldırıyorlar bir yandan da konuşuyorlardı. Elif ilk geldiğindeki o mahcup halinden kurtulmuş daha da rahatlamıştı. Konuşmasından gayet belli oluyordu:
“Sare, bacım, aman sen dikkat et bana bırak. Ağır işlere davranma bundan böyle. Ben buradayken içini de ferah tut. Sen bir değil üç can taşıyorsun. Daha da dikkatli olman lazım.”
“Aman olsun. Ben alışığım ya gardaşçağızım hiçbir şey olmaz sen meraklanma.” diye sözünü bitirdi ama büyük bir gaf yaptığının farkına hemen vardı. “Ben alışığım ya!” demeseydim diye içinden kendine bir sürü hakaret etti. Hiç bozuntuya vermedi, Elif’in yüzüne de bakmaya cesaret edemedi. O sırada Köse lafa girdi de Allah’tan konu dağılıverdi:
“Çayı evin önünde içelim. Hava serin ama üşütecek kadar değil.”
- Burak Akbaş