Pek Yakında

Dağdaki Ateş 2. Bölüm

Osman, akşama doğru kahvehanedeki dik sobayı tutuşturdu. Köylüler gelmeden içerisi iyice ısındı. Sobanın üstündeki çay demliğinin buharı tavana doğru dalgalanıyor, arada bir sıçrayan su damlaları boş kahvehanede “cıs” diye yankılanıyordu. İlk gelen muhtar olmuştu. Oğlunun her şeyi hazır ettiğini görünce içten içe sevindi. Ancak bu sevinç içinde kaldı. Dışında bu sevinci gösteren bir ifade yoktu. Yirmi yaşına gelmişti oğlu. Ona bir kez olsun gülememişti. Bunu hatırlayınca keyfi büsbütün kaçtı. Yüreğindeki cız sesi demliğin fokurtusunda eriyip gitti. Muhtar sobaya yakın bir yere oturup konukları beklemeye başladı

“Her kapıyı çaldın değil mi oğlum?”

“Çaldım baba çaldım. Hepsi de hazır akşamı bekliyorlar. Özellikle de çocuklar…”

“Ne olmuş çocuklara?” Bu soruyu istemsiz bir şekilde yüksek bir sesle sormuştu.

“Televizyonda kardan adam yapan, kartopu oynayan çocukları görmüşler.”

“Al sana koca bir dert. Bu televizyonu köye hiç sokmayacaktık!”

“Kabahat televizyonda değil ki baba.”

“Ona bakarsan kabahatli kimse yok. Bak yıllardır arar dururuz, acaba kimin günahı bu diye fakat bir yere varamadık.” Böyle derken ellerini iki yana açmış çaresiz oğluna bakıyordu.

“Herkes de döktü günahını baba, kimsenin eteğinde taş kalmadı.”

“Evet, o da hiç olmadı Osman’ım. Herkes herkesin kusurunu biliyor. Birbirimizin yüzüne bakacak hâlimiz de kalmadı.”

“Dur hele baba, belki bir gün gülüp geçeriz bugünlere.” dedi babasını teselli etmekten ziyade umutlandırmak istiyordu Osman.

Onların sohbetini ardına kadar açılan kapı böldü. Kapı açılınca içeriye buz gibi bir hava girdi. Kar yağışı dinmiş, hava ayaza çekmişti. Ay tertemiz görünüyordu. Yağan kar gökyüzünün kirini pasını silmişti. Misafirler arka arkaya gelince kapı birkaç dakika boyunca kapanmamıştı. Muhtar gelenlere şöyle bir göz gezdirdi. Aradığı isimlerin hepsi karşısında yüzleri asık oturuyordu. Osman, gelenlere çay doldurdu. “Hoş geldin, Allah razı olsun.” faslı bittikten sonra muhtar genzini temizleyip çayından bir yudum aldı.

“Toplanmamızın sebebi hepinizin malumu…”

Kahvehanede çay yudumları, sobanın gürültüsü ve demliğin fokurtusu dışında kimseden ses çıkmıyordu.

“En son kim güldü, neye güldü bilmiyoruz. Yılladır da çözemedik. Şahsen ben gülüşümü kaybettiğim günü hatırlamıyorum. Çünkü bunu kaybedeceğim hiç aklıma gelmedi.” dedi muhtar.

“Benim bildiğim ölüler gülmez, bu soğuk surat ancak bir ölüye yakışır. Gel gelelim hepimiz sağız, kanlı canlıyız.”

Hoca Emmi konuşunca muhtarın üstünden de yük kalktı. Kendini rahatlamış hissederek, omuzlarını doğrultup geriye doğru yaslandı. Köyün en yaşlı kadınlarından olan Ayşe Hala da bir iki kelam etmek için öksürerek söz istedi. Herkes ona bakıyordu.

“Hepimiz günahımızı döktük, helalleştik de ama olmadı. Demek ki bu Allah’tan olan bir şey değil. Yoksa şimdiye muhakkak duyardı dualarımızı.”

“Öyle dersin de hepimiz doktora göründük. Onlar da bir çare bulamadı. Her şey normal diyorlar. Hatta bize gülenler bile oldu.”

Muhtarın sözlerini onaylayan başları, “He ya öyle oldular.” tamamladı.

“Ah var üstümüzde ah. Ama kimi ahı?”

  • Aydın Kayabaşı

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.