Pek Yakında

İçimizdeki Sarmaşıklar 5. Bölüm

“Eee Emmi!?”

Cevap vermelerine fırsat vermeden Ali devam etti:

“Beni nispete mi çağırdınız buraya? Ha Köse sorarım sana, hayırdır? Nispet edelim üstüne bir de ziyafet çekelim mi dediniz? Onun yarası kabuk bağlamayadursun, üzerine bir de biz, tuz mu basalım dediniz? Ha söyleyin! Ne demek oluyor bu?” Ali bir anda sinir küpüne dönüvermişti. Gözleri hiçbir şey görmez oldu. Gözlerini içi kıpkırmızı kan çanağı olmuştu.

“Aliii! Dellenme! Aklımızı yitirmedik çok şükür, hele lafın sonunu dinle de saygısızlık etme!”

“Ali yeğenim, dur hele bir bakalım. Daha lafımızı bitirmeden kestin sözümüzü. İnsan önce anlamalı ki ondan sonra makbul işler edebilsin. Sen daha sözümüzü dinlemeden diyeceğimizi demeden ahkâm kesiyorsun. Karşında akranın yok senin haddini bil!”

“Estağfurullah Emmi. Öyle demek istemedim. Kusura bakma, buyur!”

“Neyse ne işte. Lafı daha fazla uzatmayacağım. Köse der ki ben üç çocuğa tövbe billah bakamam. Ali de bizim kanımızdır, dedelerimiz kardeştir. Daha fazla böyle dertlenmesine içim el vermez o yüzden yeni doğacak bebelerden birini ona vermek isterim. Lafın özü budur. Şimdi de diyeceğini bakalım destursuz Ali!”

Ali, hiç beklemediği bu teklif karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kendi kendine kafasında ölçtü, biçti. Belki doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı. Bir şeyler çıkacağını bekliyordu muhakkak ama bunu hiç tahmin edemezdi. Bir süre sonra nihayet konuşabildi:

“Emmi, öyle deme bağışla. Allah razı olsun iyi düşünmüşsünüz, konuşmuşsunuz da nasıl olacak bu iş? Burada birlik dururuz, aynı sülaleyiz, evlerimiz yakındır. Köy yerinin lafı sözü bol olur Emmi, bilirsin. Yarın bir gün bir laf çıkarsa hem de Köse’den beri bir laf çıkarsa ben ne derim, ne yaparım o vakit? İki paralık oluruz bu köy yerinde alimallah! Zaten pek kıymet veren yok bize, hele bir de bu hadise duyuldu mu tövbe billah hiç değerim kalmaz insanların gözünde.”

“Ulan deyyus Ali, biz sana iyilik yapmak için çabalayalım senin derdine bak. Sana canımdan bir parça vereceğim de sonra da onun peşine mi düşeceğim onu mu ima ediyorsun, ne diyorsun sen? Dediğimize de diyeceğimize de pişman etme bizi!”

Emmi, karışacak oldu ki Ali onu susturdu.

“Dur Emmi sen karışma, ne de olsa elsin! Bak ulan Köse, seni severim. Büyüğümsün diye saygım da vardır amma bu iş de öyle basit bir iş değildir. Nihayetinde bana bir baş öküz vermiyorsun, evlat veriyorsun ulan evlat!”

“Ulan destursuz deyyus! Hem bana hem Emmi’ye saygısızlık etmeye hiç mi çekinmezsin? Senin el dediğin adam, seni insan edip de meydana getiren adamdır. Ne tez unuttun kapısında yattığın o günleri! Geçmişine nankörlük etmeden adam gibi laf et!”

Tartışma böyle hararetlenince Emmi, oturduğu yerden bir miktar doğruldu. Müdahale edip etmemek arasında çok kararsız kalmış gibiydi. Kararsızlık ifadesi yüzünün bütün çizgilerine yayılmıştı. Ama bu iş de böyle gidemezdi. Misafirin de uyması gereken adap kuralları vardı. Bunun yaptığı da edepsizlikti artık. Tespihini bileğine geçirip elini sertçe masaya vurdu, daha fazla dayanamayacaktı. Önce ikisini de süzdü. Suç üzerinde yakalamış gibi inceledi ve:

“Misafir, evin başköşesinde ağırlanır. İpek çarşaflar serilir, ipek yorganlara sarılır. Kuzunun en iyi pişmiş yeri önce misafire sunulur. Ev sahibinden önce onun rahatlığı düşünülür. Siz, evet siz iki deyyus! Haddinizi de aştınız, misafirliğin adabını da yıktınız. Aha şimdi sizi buradan def etmeden önce adam gibi meramınızı paylaşın, bir sonuca varın. Yoksa daha ikinizin de burada, ahırın dibinde bile yeri olmaz!” dedi.

Emmi, konuşmasını yaparken ikisine de bakmadı. Gözünü kapıya dikti, kıpırdamadan aynı ifadeyle öylece konuştu. “Daha da fazla aşırılığa tahammül yoktur, aşırıya kaçanın yeri kapının arkasıdır.” der gibi gözünü kapıdan hiç ayırmadı. Sözünü bitirince Köse atladı hemen lafa ama Emmi hâlâ ikisine de bakmıyordu:

“Affola Emmi, bilemedik. Bağışla bizi, atalarımız hatrına! Ali, de gayrı lafı uzatmadan tamam mı, hayır mı?”

“Kusura kalmayasın Emmi, sen de Köse sen de kusura kalmayasın! Bu dünyada bir tutamağın olsun kim istemez ki… Kim evine geldiğinde bir çift meraklı göz görmek istemez ki… Tamamdır ya, tamamdır elbette. Bundan, bilinenler dışında bir Allah’ın kulunun bile haberi olmayacak. En büyük şartım budur, geri kalan her şeyi oturup eğrisiyle doğrusuyla konuşacağız. Ondan sonra tamamdır.”

“Köyde herkes bilir sizin doktora gidip de ondan duyduklarınızı. Millet şaşıracaktır epeyce bu işe. Varsın şaşırsın mühim değil. ‘Daha dün çocuk yok demiş doktor, bugün de bu çocuk nereden çıktı?’ diyecekler. Elbet konuşulur, konuşulduğu gibi bir gün de unutulur! Köse’nin hanımı daha üç haftalıkmış. Sen Ali, bugünden tezi yok hanımı alıp Köse’nin evine göçersin. Köylüye de ‘Köprü’ye göçüyorum, bebek olabilirmiş. Risk almamak için de burada gözetim altında tutmamız lazım.’ dedi doktor diye haber uçurursun. Arada bir görünürsün o zaman köylü bir şeyden şüphelenmez. Hem şüphelense de kime ne ya… Sen Köse, özellikle sen hayatına aynı şekilde devam edeceksin. Ki kimse sizden şüphelenmesin. Ara sıra ben de hanımı gönderirim size göz kulak olsun diye, hiç meraklanmayın. En son her şey yerli yerinde yaşandığı vakit, bebelerin dünyaya gelmesi gerektiği an işte o zaman da Kerzik Ebe’yi salarım size. Canı çıkar da lafı çıkmaz onun. Durum böyledir, ben bunu düşündüm sizin önünüze serdim. İster alır başınıza akıl edersiniz, ister alır ayaklarınızın altında çul edersiniz.”

“Allah razı olsun Emmi. Biz de öyle düşündük. O yüzden bizim Sare yeri bile hazır etmiştir. Öyle tembihlediydim çünkü. Bizim için en olası yol budur. Var mı Ali bir diyeceğin?”

“Sağ ol Emmi. Hakkını ödeyemem. Yok Köse gardaş, uygun düşünmüşsünüz. Nasipse gece vakti gelirim evine.”

  • Burak Akbaş

 

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.