Çiçek saksıları edebiyatımızda şairlerimize, romancılarımıza ilham olmuşlardır. Oktay Rıfat’ın Saksılar şiirinde:
“Pencerede saksılarım var benim de
Kurulmuş asma bahçem göğün maviliğinde
Güzel şeyler düşünmeme rağmen
Durmadan ağlamak geliyor içimden”
anlattığı gibi. Saksılar içinde duyguları da barındırır, yeşertir. Kimi zaman yanlış saksılarda büyümüş bir çiçek gibi hissettiğimiz de olur. İnsana özgü duyguları betimlemek için de çiçekler ve saksıları kullanırız. Çiçek saksılarında saklı bir duygudan, bir gerçekten bahsedeceğim sizlere. Kokusu olmasa da size bir duyguyu hatırlatır anılar, çiçekler, şarkılar. “Bir menekşe kokusunda seni aramak var ya.”
dizesinde olduğu gibi. Ali Çınar’ın bu şiirinde menekşe kokusuz bir çiçek olsa da sevgiliden gelecek bir kokuya hasret olma duygusu, insanın içine işler.
Günümüzde çiçek saksılarında saklı politik duyguları da görmek mümkün artık. Babaannemin evinde unutamadığım bahçesindeki çiçekleriydi. Saksıları değişse de her zaman karanfillerini, güllerini, sardunyalarını ve menekşelerini görebilirdiniz. Yetmişli, seksenli yıllarda insanlarımıza önerilen margarin tenekelerini saksı olarak görürdünüz. Aklımızda ilk kalan sarı renkli Vita margarin yağı tenekeleri.
Zeytinyağı yerine margarin kullanın, bakkallardan satın alın tavsiyesi yapılırdı. Bu evlerdeki saksılara da yansırdı. Üretim politikalarının yönlendirilmesi sonucu köylümüzün, insanımızın da kullanım alışkanlıkları değişiyordu. Zeytinyağına geç de olsa geri dönüş yaptık. Çiçek saksıları zeytinyağı tenekelerine dönüştü .Balkonlarda, bahçelerde renk renk zeytinyağı kutularından saksılar belirdi.
Sadece Akdeniz sahilindeki illerimizde hayvancılık ve tarımın bereketi ile, Türkiye’nin tamamını besleyecek güçte olduğumuz anlatılırdı. Dünyada tarım konusunda kendi kendine yeten yedi ülkeden biriydik. Küçük çiftçilerin tarımı, hayvancılığı bırakmaya başlaması, duygularımızın, alışkanlıklarımızın ve saksılarımızın da değişmesine neden oldu.
Korkarım ki türkülerimizin, şiirlerimizin hatta romanlarımızın dili de değişmeye başlayacak. Fakir Baykurt’un “Irazca’nın Dirliği, Kaplumbağalar’ı, Yaşar Kemal’in “İnce Memed’i”
Talip Apaydın’ın “Sarı Traktör’ü” gibi köylümüzü, çiftçimizi, insanlarımızı anlatan yeni eserleri görebilecek miyiz ?
Benim en yakın zamanda gördüğüm Kars’ın, Ağrı’nın hayvancılıkla dahi geçinen köylerinde hazır yoğurt kapları her yerdeler. Hayvancılıkla geçinen küçük çiftçi ailelerimiz bile hazır yoğurt tüketiyorlar. Yanlış üretim ve tarım politikaları sonucu duygular da saksılar da değişiyor. Babaannelerin çiçek saksıları üç harfli marketlerin hazır yoğurt kabına dönüşüyor. Çiftçimiz yanlış saksılarda büyümüş bir çiçek gibi üzgün. Çocukların dillerindeki tekerlemelerin değiştiği bir zamana evriliyoruz:
“Komşu komşu hu / Oğlun geldi mi / Geldi / Ne getirdi / Hazır yoğurt , teneke peynir /Kime kime/ Tüm köye / başka kime/Kara Müteaahite/Kara Müteaahit nerde / Beton bina çıktı/ Binalar nerde/Banka haciz koydu/Banka nerde/Suya düştü/Su nerde/İnek içti/İnek nerde/ Marketçi çiftçiden aldı/Çiftçi nerde/ Dağa kaçtı /Dağ nerede/Yandı bitti kül oldu…”
Oktay Rıfat’ın şiirindeki gibi güzel şeyler düşünmemize rağmen içimizde bir ağlamak duygusu. Bir menekşe kokusunda memleketimizi, çocukluğumuzu, toprağımızı arıyoruz. Anadolu uzaktan sesleniyor:
“Kendine iyi bak beni düşünme,
Su akar yolunu bulur .”
- Barış Aydoğdu